Fırat ve
Dicle nehirleri arasında Mezopotamya
denen bölgede, tarih boyunca halklar
yerleşti. Birçok millet bu bölgeye geldi
ve buradan göçüp gitti. Birbirlerine
bulutlar gibi karıştı. Bilahare
birbirlerinden yeniden ayrıldı. Bu
birleşme ve ayrılma uzun müddet sürdü.
Mezopotamya gerçekten birçok milletin ve
medeniyetin doğduğu, geliştiği ve
birbirine karıştığı münbit bir alandır.
Bir dağın
tepesinde kurulmuş olan Mardin, Yukarı
Mezopotamya'nın en eski şehirlerinden
biridir. Harika bir doğa güzelliğine
sahip, üzerine kurulduğu dağlardan
aşağıya göz alabildiğine uzanan bağ ve
bahçelerle bezenmiş, yemyeşil
Mezopotamyaca sanki bekçilik etmektedir.
"MÖ.8000
yıllarında 30 ve 40 Kuzey enlemleri
arasında bulunan ve Anadolu'dan İran'a
doğru uzanan 1500 km. lik bir alanda hem
tahıl yetiştiriliyor hem de hayvan
sürüleri besleniyordu. Bu alanda yapılan
kazı çalışmaları sırasında çıkan
kemiklerden anlaşıldığına göre koyun ve
keçi sürülerinin beslenmekte olduğu
anlaşılmaktadır." Tarımın başlangıcını,
ilk çiftçileri ve çobanları anlatan
kitapların ortak sentezi bu olduğuna
göre; Mardin de sözü edilen enlemler
arasında bulunması itibariyle M.Ö.8000
yıl öncesine kadar giden bir yerleşik
geçmişe sahiptir diyebiliriz.
Mardin,
mimari, etnografik, arkeolojik, tarihi
ve görsel değerleri ile zamanın durduğu
izlenimini veren Güneydoğunun şiirsel
kentlerinden biridir. M.Ö.4500'den
başlayarak klasik anlamda yerleşim gören
Mardin, Su-bari, Sümer, Akad, Babil,
Mitaniler, Asur, Pers, Roma, Bizans,
Araplar, Selçuklu, Artuklu, Osmanlı
dönemine ilişkin bir çok yapıyı
bünyesinde harmanlayabilmiş önemli bir
açık hava müzesidir.
Geçmişi
tek karede dondurmayan, taş sokaklarında
dolaşanlara geniş bir tarih yelpazesi
sunan büyüleyici bir şehirdir.
Mardin
İsminin Kaynağı
Mardin adı
hakkında pek çeşitli söylenceler vardır;
J.A.Dupre've J.Von Hammer, Marde
kelimesinin Savaşçı bir kavim olan
Mardelerle ilgili olduğunu. Mardelerin
İran Hükümdarlarından Arşedir(226-241)
tarafından buraya yerleştirildiklerini
anlatır. Şehir ve kavim isimleri
arasındaki benzerlik, Mazıdağı yöresinde
oturan Yezidilerin Şeytana tapmaları,
eski bir İran ananesinin devamı olarak
şerre kötülüğe ibadet eden Marde Merin
bu bölgeye yerleştirildiklerinin
delilidir. C.Ritter her ne kadar bu
ifadeyi naklederse de bu ifadeye şüpheli
bakar.
Çoğu kaynaklarda: Mardin"in
gerçek adı"Merdin" diye geçer. Zira
halkın çoğu da bugün böyle demektedir.
Bu ad,"kaleler" anlamına gelir. Şehre bu
adın verilmesinin nedeni de yakınında
bir çok kalenin bulunmasıdır. Mardin
kalesi olan, Kuşlar Yuvası, Kartal
Kalesi veya Kartal Yuvası, Eskikale
Köyünde bulunan Kal'at ül Mara Kalesi
Deyrulzafaran Manastırının kuzey
doğusundaki Arur Kalesi ve Erdemeşt
Kalesi bu adın verilmesine etken
olmuştur.
VII.
Yüzyılda
İmparator Maoricius( 1582-602) devri
tarihini yazan Theophilaktos
Simokattes'da ve Tarihçi Procopius, aynı
devir Coğrafyacısı Georgius Cyprius da;
Ermenice kaynaklarda Merdin, Süryanice
kaynaklarında Merdo, Merdi Marda ve
Mardin okunuşlarında rastlanıldığı,
Süryani imla farklarının bu kelimenin
belirli, belirsiz ve çoğul
şekillerindeki ayrılıklarından doğduğu
ifade edilmektedir.
Tarihte
Mardin için birçok isim kullanılmıştır.
Bunlar: Erdobe, Tidu, Merdin, Merdö,
Merdi, Merda, Merde. Kartal Yuvası,
Kuşlar Yuvası, Mardin...dir.
Uygarlıklar Şehri Mardin'in Tarihteki
Rolü
Mardin'in
ne zaman ve kimler tarafından kurulduğu
kesin olarak bilinmiyorsa da, kuruluşu
eski yakın doğu tarihine göre Subariler
zamanına kadar dayanmaktadır.
MÖ.4500 de
Kuzey Mezopotamya'da Zagros Dağlarına
kadar, batıda Habur ve Balih'e kadar
uzanan bölgede Subariler adında
kabileler yaşamakta idi. Subariler
Mardin'e 80 km. uzaklığındaki
Ceylanpınar ve Rasulayn'in hemen
güneyinde Tel Halef denen siteyi
kendilerine merkez yapıp tarihte ilk
ülkeyi kurdukları biliniyor.
Subariler,
tarihçiler tarafından ön Asuriler olarak
bilinmekte olup, ülkelerine Subarto
denilmekteydi.
Alman Arkeologu Baron Max Von
Oppenheim'in 1911-1929 yılları arasında
yaptığı kazılardan elde edilen sonuçlara
göre: Subarilerin
Mezopotamya'da(MÖ.4500-3500)
yaşadıklarını bu tespite sebep olarak da
Sümer ve Babil katları arasında bulduğu
kiremitleri göstermiştir.
Gırnavaz Höyüğünde 1982 yılında
başlayıp 1991 yılına kadar sürdürülen
Arkeolojik kazı ve araştırmalar
sonucunda Gırnavaz'ın MÖ.4000 den
MÖ.7.yüzyıla kadar sürekli olarak
yerleşme alanı olduğu anlaşılmaktadır.
MÖ.4000 sonlarına tarihlenen Geç Uruk
Devri, Gırnavaz kalıntılarının en alt
kültür tabakasını oluşturmaktadır. Bu
kültür tabakasının üzerinde yer alan Er
Hanedanlar Devri MÖ.3000 yıllarına
rastlar. Er Hanedanlar Devri mimari
tabakaları daha çok ölü gömme adetleri
açısından araştırılmış ve
değerlendirilmiştir. Tespit edilen
mezarlara göre ölüler bu devirde eski
Mezopotamya geleneklerine göre uygun
olarak açılan çukurlara dizler
karınlarına çekik olarak yatırılmakta
daha sonra yakılan hafif ateşle manevi
temizlik sağlanarak dünyevi ilişkiler
kesilmektedir.
Ayrıca mezar içinde şahsi eşya olarak
metal silahlar, metal süs eşyaları, yarı
kıymetli taşlardan ve hayvan
kemiklerinden yapılan süs eşyaları ve
mühürler, kült ve seramik kap örnekleri
çok sayıda tespit edilmiştir.
Fırat Vadisinin doğusunda oturan
bir kavim Sınar'ın güneydoğusunu istila
edip, Ur şehrini kendilerine başkent
yapmışlardır. Hükmettikleri bölgeye de
Sümer denilmiştir. Sümer Kralı MÖ.2850
yılındaki Lugarzer-kiz Akdeniz'e kadar
uzandığı seferinde Mardin'i hükmü altına
almıştır.
Şehircilik, sulama ve tarım
alanında ileri bir seviyeye ulaşan
Sümerler geniş fetihler sonucu güçlerini
kaybedince 30 yıl sonra Mardin'i
Akadlara bırakmışlardır. MÖ.2820.
Akadlar, Sümerleri ilk defa
Sargon(Şerkino) komutasındaki bir
orduyla yenmişler ve Sümer Kralı Lugar-zerkiz'i
esir edip Nigara'ya sürgün etmişlerdir.
Fetihlerini Basra Körfezine kadar
ulaştırmışlardır. Daha sonra Sargon'un
oğlu Nıbamsın, Meluke ve Man'ı istila
edip Suriye ve Filistin yoluyla
Akdeniz'e ulaşıp Yunan adalarına
çıkmıştır. Akadlar, MÖ. 2500 yıllarında
Sümerlerle anlaşarak Akad- Sümer
Devletini kurmuşlardır.
Prof.Dr.Ekrem Memiş'in Eski Çağ
Türkiye Tarihi adlı kitabında;
"Mezopotamya'da büyük bir imparatorluk
vücuda getiren Sami kökenli Akkadlar'ın
vesikalarından anlaşıldığına göre, MÖ.
3000 yılın sonlarında Mardin merkez
olmak üzere Güneydoğu Anadolu Bölgesi
ile Kuzey Mezopotamya'daki Musul ve
Kerkük dolaylarında Hurriler adıyla
anılan bir kavim oturuyordu. Hurri dili
üzerinde yapılan filolojik tetkikler, bu
kavmin dilinin Asya kökenli dillerden
olduğunu ortaya koymuştur. Ayrıca bu
dilin MÖ.9-6 yüzyıllar arasında Doğu
Anadolu'da güçlü bir devlet kuran Urartu
kavminin diline benzediği, bir başka
deyişle MÖ. 1000 yılında karşımıza çıkan
Urartularla MÖ. 3000 yıl Akad
metinlerinden tanıdığımız Hunilerin'
akraba oldukları tespit edilmiştir.
Demek oluyorki MÖ.3000 yıl
Anadolu kavimlerinden biri de Güneydoğu
Anadolu'da oturan daha sonraları Kuzey
Mezopotamya ve Kuzey Suriye'ye kadar
sirayet eden Hurrilerdi. Ancak, Doğu
Anadolu Bölgesinde yapılan arkeolojik
kazılar ve yüzey araştırmaları
neticesinde ele geçirilen buluntulardan
MÖ. 6000-5000 yılları arasında
tarihlenen Neolotik Devir kültürü ile
MÖ.3000 yılları arasında yerleştirilen
Kalkolotik Devir Kültürünün Hurriler'e
ait olduğu anlaşılmıştır. Hatta
MÖ.3000 yıla tarihlenen Eski Tunç Çağı
kültürü ile Kalkolitik ve Neolotik
Devir kültürleri arasında hiçbir
kopukluğun olmadığı tespit edilmiştir.
Ayrıca şu gerçekte ortaya çıkmıştır ki
kesintisiz devam eden ve Hurriler'e ait
olduğu kabul edilen bu kültür doğrusunu
söylemek gerekirse kuzeyde Kafkasya'dan
güneyde Kuzey Suriye'ye; batıdan
Malatya-Elazığ Bölgesinde Urmiye Gölüne
kadar uzanan geniş bir coğrafyaya
yayılmıştır.
Sargon sülalesine, MÖ.2230
yıllarında kuzey ve kuzeydoğudan gelen
Guttiler son verdiler. Uruk'lu Uta-Kegal,
Guttileri ülkesinden sürdü ise de
yardımcısı Ur-Nammu bir darbeyle
yönetimden uzaklaştırmış ve
III.Ur
sülalesini kurmuştur. Ur-Nammu dört
bölgenin kralı unvanını almayarak sadece
Sümer-Akad unvanıyla yetindi. Onun
yerine geçen Şulgi, Guttiler ve
Hunilerle savaşarak topraklarını doğu ve
kuzeydoğuya genişlettiler. Şulgi'den
sonra yönetime geçen Şu-Sin batıdan
gelen saldırıları karşıladı.
Amuru'lara karşı zafer kazanan
İbi-Sin kentin Elam-lar'ın eline
geçmesine engel olamadı. Mardin artık
Elam şehriydi. Güney İran'dan(Susa)
gelen koyu renkli Elam'lı-lar daha sonra
da Sami Irklı Amuru'lar Mezopotamya'ya
gelip kendilerine Babil şehrini merkez
yaptılar. Amuri ailesinin altıncı ferdi
olan Hammurabi'nin ünü yaptığı
yasalardan kaynaklanmaktadır. Sümer
topraklarını Babil'in idaresi altına
alınca bu kez de Babil Devleti kurulmuş
oldu. Yukarı Mezopotamya'ya saldırınca
Mardin'i de istila ederek topraklarına
katmıştır. (MÖ.2200-1925)
Hammurabi Babil ve Güney Babil
MÖ. 1931-1910 yılları arasında hüküm
süren İtibıl zamanına kadar yaşamıştır,
îtibıl'ın hükümdarlığının altıncı
yılında (MÖ. 1925) Mardin'i işgal eden
Hititler, daha sonra Babil'i de
topraklarına katmışlardır.
Hititler, Mardin'i işgallerinden
1 yıl sonra terkedip, İran dolaylarından
gelen Ari Irkından Midiller, Mardin ve
çevresini ellerine geçirmişlerdir. 500
yıl hüküm süren Midiller, bilinmeyen bir
sebepten Mısır'lılara vergiye
bağlanmışlar ve bir Midil Prensesi Mısır
Firavunu ile evlenmiştir. MÖ. 1367
yılında Midiller arasında iç savaş
çıkınca bu fırsatı bilen Asur Kralı
Asurobalit, Mardin ve çevresini
topraklarına katmıştır.
Asurobalit Mardin'i işgal edince
Midiller, Hitit Kralı Şup-piluliuma'yı
yardımlarına çağırdılar. Zira kral
Luluilmiran'ı MÖ. 1354 yılında
Emet'e(Diyarbakır'a) sefer yaparken, her
ihtimale karşı şehrin korunması için
Mardin'e asker bırakmıştır.
MÖ. 1305 te Adadniran,
Mardin'e hükmetmiş, MÖ. 1240 ta da I.Şalmanasır,
Mardin ve havalisine hakim olmuştur. MÖ.
1190 da Anadolu'dan gelen bazı Ari ırk
kavimleri Mardin'i almışlardır.
60 yıl sonra I.Tıplatpalasır,
Sıncar, Nusaybin ve Mardin'den geçerek
20 bin kişilik Maşiki kuvvetinin
koruduğu Kemecin'e saldırıp onları
yendikten sonra Mardin ve çevresini
tekrar ele geçirmiştir.
MÖ. 1060 I.Asurnasırbal
zamanında Hititler birleşerek Gılgamış
yakınlarında Asur'ları yenmişlerdir.
Asurlar tekrardan kuvvetlenmeleri
üzerine yine Mardin, Asur hakimiyetine
girmiştir. MÖ.890 yılında II.Tıplatninip
Dicle'nin
kaynağına kadar ulaşıp I.Lıglatnasırın
Kitabesinin yanına kendi Kitabesini
dikmiştir. MÖ.883 te Tıplatninip
Mardin'e gelerek şehri kalesinde bir
Hitit Kralı ile Hanikilyon Kralının
elçilerini kabul etmiştir.
Asur döneminde Mardin'e Erdobe
denilirdi. MÖ.800 yılına kadar
Asuriler'in elinde kalan Mardin daha
sonra Urartu Krallığına geçmiştir. Asur-lardan
olan Urartu Kralı Mimes zamanında Mardin
50 yıl Urartu idaresine girmiştir.
Urartu'nun başşehri Tuşpa (Van)dı.
Günden güne Urartu devleti
kuvvetleniyordu. Hatta bu arada Asur
topraklarını bile işgal etmişlerdir.
Asur Kralı IV.Tıplatpalı-sır(MÖ.745-727),
Urartu Kralı Şardur'u MÖ. 743 te Fırat
yakınındaki Kemenci'de yendikten sonra
Van'ı da alarak eski topraklarını
kurtarmıştır.
Kemerlerin bir kolu olan
Sityaniler Mardin çevresinde MÖ.612
yılına kadar hüküm sürmüşlerdir. MÖ. 608
yılında ise İran'dan gelen Midiler
buraları da ele geçirmişlerdir. Bu arada
Aşkuzilerle bir anlaşma yapan Midiller,
Babil Kralı Nebuplasır idaresindeki
Ninova'ya hücum edip şehri yağmalayıp
paylaşmışlardır. Bu arada Habur ve Balih
nehirleri arasında yaşayan Aramiler
istiklaline kavuşunca, Aşkuzi ve
Kemerilerle birleşerek Harran şehrini
yağma etmişlerdir.
Mardin, Keldo Kralı
Nebublasır'ın idaresindeydi. Nebublasır
topraklarını geri almak için oğlu
Nebuhad-nasır'ı bir ordu ile üzerlerine
yolladı. O da Aşkuzileri, Ermeyi ve
Aramileri yenip, Harran'ı vergiye
bağladı. Böylece Subaro tarafları Babil
topraklarına katıldı. Nebuhadnasırın
ölümü üzerine Nabunit memleketin
idaresini oğlu Belşasar'a bıraktı. MÖ.
539 da Pers Kralı Kureyş ile yaptığı
savaşta ölen Belşasar'dan sonra Babil
Perslerin eline geçmiştir.
Büyük İskender Mısır'ı aldıktan
sonra Mezopotamya'ya gelerek İran'a
gitmek için Mardin'den geçti. Buraları
da istila ederek ele geçirdi. Bu tarihte
Mardin Makedonya şehri oldu(MÖ:335).
İskender'in Babil'de MÖ.323 yılının 28
Mayısında ölümünden sonra komutanlar
arasında taht kavgası başlamış ve
sonunda devletin dörde ayrılması uygun
görülmüştür. Mardin doğu bölümünde
olduğu için Nikanır denilen General Slev-kos'un
payına düşmüştür(MÖ.311).
Göçebe İranlı olan Partlar
egemenliklerini kazandıktan sonra
Paktorya'yı ve Fırat-İndus nehirleri
arasındaki ülkeleri topraklarına
katmışlardır(M.Ö.237-131). Partlar
krallığı müstakil sitelerden oluşuyor ve
her sitenin hükümdarı bulunuyordu. Part
Kralı I.Midritad M.Ö. 171-139 zamanında
ülkesinin sınırları Hindistan'a kadar
uzanmış Dicle ve Hazar Denizi kıyıları
Part topraklarına katılmıştır. Bir
savaşta Nikanor denilen
II.Di-mitrios'a
esir düşmüştür.(MÖ. 138-128) Bu
sıralarda Urfa Krallığı egemenliğine
kavuşmuştu(MÖ.131). Böylece Mardin ve
çevresi Urfa Krallığının(Abgarlar)
topraklarında kalmış oldu.
MS.249 da Roma Hükümdarı
Filibos saltanatının 5.yılında bir isyan
hazırlayıp DC.Abgar'ı memleketten
kovmuştur. Şehrin Valiliğine de
Hapsioğlu Uralyonos tayin edilmişti.
Mardin de Urfaya'ya bağlı olduğu için
Roma egemenliğine girmiştir. MS.250
yılında Dakiyos, Pers ülkesini
zaptedmiştir. Bu arada tahribata
uğrayan Nusaybin'i de onarmıştır.
MS.330 yılında ateşe ibadet
eden ve güneşe tapan Şad Buhari isminde
bir kral gelip Mardin Kalesinde kalır.
Rahatsız olan kral, kalede kaldığı süre
içerisinde iyi olunca, kendisine bir
kasır yaptırıp, 12 yıl burada yaşar.
Daha sonra kendi memleketi Pers'ten
birçok asker ve halk getirip, onları
Mardin'e yerleştirir. Getirilen halkın
vasıtasıyla MS.442 yılına kadar birçok
ilerlemeler görülür.
MS.442 yılında halkı kasıp
kavuran amansız bir veba salgını şehri
yaşanmaz bir hale getirmiştir. Yaklaşık
100 sene sonra bu yerleşim yerine
Ursiyanos adlı Romalı bir kumandan büyük
bir ekiple Mardin'i 47 yılda inşa etmeyi
başarmış ve
halkın tekrar buraya gelmesini
sağlamıştır. Bu süreç içinde Perslerin
ünlü merkezleri olan Dara yeniden inşa
edilmiştir.
Mardin'de Bizanslar MS.640
yılında Hz.Ömer'in kumandanlarından
îlyas Bin Ganem'in işgaline kadar
varlıklarını devam ettirmişlerdir.
MS.692 de Emeviler'in MS.824 te Mardin
ve çevresi Halife Memun zamanında
Abbasilere bağlanmış ve İslamiyet bu
dönemde hızla yayılmıştır.
MS.885-978 yılları arasında
buralarda hüküm süren Hamdaniler'in
kaleyi kesin olarak zaptedişleri 895
yılına rastlar. Doğal olan kalenin bazı
yerlerine surlar yaparak bazı yerlerini
de onararak günümüze kadar dimdik
kalmasını sağladılar. MS.990'da ancak
Musul'da tutunabilen Hamdaniler'in
topraklarını birer birer ele geçiren
Mervaniler Mardin'i de zaptederler. Bu
arada Mardin ve çevresinde çarşılar,
camiler yaparak onarımlarla İpek yolu
üzerinde bulunan bu önemli şehri ticari
açıdan canlandırırlar. Alparslan'ın
Malazgirt zaferinden sonra Türklerin
Anadolu'ya ulaşan akınları neticesinde
gittikçe zayıflayan Mervaniler Devleti
Nusaybin'de M.S.1089'da Selçuklulara
yenilerek onların hakimiyeti altına
girer.
Artuklular'dan İl-Gazi Bey
Mardin'i MS. 1105 te ele geçirerek
devletin başkenti yapar. Halep'i aldığı
gibi Haçlılara karşı giriştiği
mücadeleler dolayısıyla İlgazi Bey büyük
ün kazanır. Antakya Haçlı Prensi Roger'i
yenerek Silvan'ı da ele geçirir.
İlgazi'nin ölümünden sonra oğulları ve
yeğenleri devletin başına geçerek
Diyarbakır, Harput Kalesi ve civarına
hakim olarak, Haçlı, Frankları, Urfa
Konutu. Bilecik Haçlı Senyörünü ve Kudüs
Kralı Bodven'i yenerek Haçlılara karşı
büyük bir başarı kazanırlar. Böylece
Artuklular bölgede direnme görmeden
büyük bir devlet kurarlar.
Bu devletin 304 yıllık
egemenlikleri sürecinde çok sayıda
tarihi camii, medrese, hamam,
kervansaray ve medreseye yapılmış bir
çok camii, medrese ve manastır
onarılmıştır. Artuklular'm günümüze
kadar ayakta durabilmiş eserleri günümüz
insanını çok eskilere götürerek
mitolojik bir hava teneffüs ettirir .
Timur. Artuklular döneminde
1393 te Mardin Kalesini kuşatıp işgal
etmeye yeltense de başarılı olamaz Bu
nedenle civarda deyim yerindeyse "ölüm
piramitleri" meydana getirir. Timur 1395
yılının Ramazan ayında Mardin'i almak
için büyük bir umutla yeni bir kuşatma
hazırlıklarına Kızıltepe'de otağını
kurarak başlar. Mardin halkı kaleye
sığınarak Timur'un şiddetli hücumlarına
karşı koymak suretiyle o zamanın en
büyük ordusu ve hükümdarını hüsrana
uğratmıştır.
Artuklular halkın bu
başarısından dolayı Mardin'i onarma
faaliyetine girişirler. 15. yüzyılda
güçlenen Ka-rakoy unlular 'in bu devleti
ortadan kaldırmak için Mardin'i 2 yıl
kadar kuşatması bu girişimleri aksatır.
Halk bu kuşatmaya daha fazla
dayanamayarak yapılan antlaşma gereği
şehrin kalesini Karakoyunlular'a teslim
eder(MS.1409). Mardin Karakoyunlular'ın
egemenliğinde 61 yıl kalır. Bu süreç
içinde aşiretler ayaklanarak
Karakoyulular'm rejimine karşı koyarlar
ve devleti zaman zaman ele geçirirler.
Karakoyunlular'ı MS. 1462
yılında yenen Akkoyunlular kalenin
egemenliğini de ele geçirirler. Bu
dönemde Mardin'e Paşa olarak gelen
Kasım Bey. Timur'un yakıp yıktığı şehri
ve kaleyi onarmaya girişir. Bu
çalışmasını ve başarısını taçlandıran
bugüne kadar ihtişamla ayakta durmayı
başaran ve tarihe meydan okuyan "Kasım
Paşa Medresesini" yaptırır.
16.yüzyılın başında
Akkoyunluları egemenliğine alan Şah
İsmail güçlü bir Şii devleti kurmayı
başarır. Bu dönemde Anadolu'ya girip
Şiiliği kabul etmeyenleri zalimce
öldürmekten geri kalmaz.
Bu
durumu gören Mardin hakimi diğer
şehirler gibi zulme ve yağmalamaya
karşı, şehri ve halkı korumak için
kalenin anahtarını kan dökmeden Şah
İsmail'e teslim eder...
Mardin'in kesin olarak
Osmanlıların eline geçmesi Mısır
seferini düzenleyen Yavuz Sultan Selim
döneminde gerçekleşmiştir. (Amid)Diyarbakır
Valisi Bıyıklı Mehmet Paşa ve Kürt
bilgini İdris-i Bitlisinin Yavuz Sultan
Selim'in emriyle 1516'da Mardin ve
kalesini dokuz aydan fazla kuşatmış,
çeşitli illerden gönderilen Osmanlı
takviye kuvvetleri, Doğu Anadolu'dan
gelen Kürt Beylerinin kuvvetleriyle
kaleye defalarca saldırılar
düzenlenmiştir.
|